''(...)
Akşam üzerleri hükümet memurları heybelerine rakılarını koyar, merkeplere binip bu bahçelere gelirlerdi... Yer yer içki sofraları kurulur, sohbetler edilir, gazeller okunurdu.
Şeftâli bahçelerinin eğlentisi tâ uzak diyarlara bile ün salmış, dillere destan olmuştu. Onun için ne kadar zevkine düşkün, keyfine meraklı memurlar varsa, hep burasını ister buraya yerleşirdi. Çapkın mutasarrıflarla hoş görülü kadınların uğrağı olmaktan kasaba öyle serbeslemiş, halkı öyle açılıp zevke, sefaya dalmıştı ki artık uygun görülmeyen günah kalmamıştı.
Burası Anadolu'nun Saadâbadı idi. Tıpkı ''Saadâbad'' gibi burada da sürekli sazlar çalınıp, çengiler oynar; gazeller okunup, şiirler yazılırdı. İçki düşkünü mutasarrıflar, müdürler içinde; çoğu şairdi.
Nedîm gibi gazeller yazarlar; aruzdan, tasavvuftan konuşurlar; Mevlevilikten, Melâmilikten dem vururlardı. Ömürleri sazla, sözle tatlı geçerdi.
(...)
Agâh Bey, dünya gidişinden habersiz, kuramsal görüşlerle büyümüş dik başlı, kuru zevkli bir adamdı.
(...)
Memleketi kaplayan tembelliği, durgunluğu kafası almıyordu. ''Bu uyuşukluk, bu kayıtsızlık ne?'' diye kendi kendine soruyor, cevabını bulamıyordu.
Hayır, kendisi başka türlü bir memur, Avrupa'lı bir hükümet adamı olacaktı... İşte bu ufak memuriyet ne iyi bir deneme alanıydı...
Fakat ilk günü ümitsizliğe düştü. Mutasarrıf ona işlerin az olduğundan, rahatına bakmasından, yorgunluk almamasından söz etti. ''Kadı Yahya'dan beyitler okuyarak yerden selamlar, gevrek kahkahalar arasında; yerini getirip, kuru üzümden iki çekilmiş, yirmi iki grado sert rakısını övdü.''
.
Feneryolu, 1919
.
Refik Halid Karay
(Memleket Hikâyeleri)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder